![]()
Necat Bayraktar
necatbayraktar@hotmail.com
AĞ GÖL
02/02/2011 Birçok yörede bazı dağlar veya yaylalar bulundukları yerin simgesidirler. En güvenilir, güçlü betimlemeleri "dağ gibi" deyimini kullanarak yaparız. Efsanelere masallara romanlara öykülere konu olmuşlardır. Adlarına maniler, türküler ve şiirler yazılmıştır. Özgürlüğün en adilane dağıldığı yerlerdir yaylalar. Hiç kimse "burası dağ başı mıdır" diye sormaz size.Halkın sesi olan halk ozanları ile de aralarında zamana koşullara göre değişkenlik gösteren bir gönül bağıda söz konusudur. Bazen sitem edilir, bazen dert ortağı olur dağlar. En koyu dumanlar kaplamış olsa da başlarını... En güzel düşler dağlarda kurulur. Gökyüzü başka mavidir. Güneşi başka güzeldir dağların... Suları turnagözü, rüzgârı başka delidir. Çiçekleri; karları deler. Kardelen olur. Yayla evleri mi? Onlar kaba saba taş duvarlardan ya da yuvarlak odunlardan inşa edilmiş tek odalı evler olsalar da birer saray gibidirler ninelerin gözünde. Mutluluk abideleri gibi dururlar sarıçiçekler, mor tutiyalar arasında... Böylesi bir mekânda hiç sıkılmadan yaz mevsiminin en az iki ayını geçirmek için can atardık. Şimdilerde insanlar nasıl tatile denize gidiyor ve tat alıyorlarsa biz de yaylaya aynı hevesle gider benzer tatları alırdık. O hayatı sevmenin sihri bu evlerde değildi elbette. Orada yaşanan hayatın samimiyeti, insancıllığı içtenliği ve yaylaların dayanılmaz çekiciliğindendi. Dağlara meydan okumamız, onlarla özgürleşmemizden kaynaklanırdı. O kadar ki rahat bir yaz geçirecekleri için yaylacılar kıskanılır, onlara göndermeler bile yapılırdı. Ancak onlarda dönerken gururludurlar. Yüzleri güleçtir. Kış boyu yenilecek ağartıyı getirmenin mutluluğunu yaşarlar. Tepeleme yağ kutuları, peynir güveçleri indikçe "ağırlıktan", gururları daha da artardı yaylacıların... Her aşaması ayrı bir heyecandır. Yaylaya çıkma, Pancarcı gitme, Ağ Göl şenlikleri Yayla İndirme. Bülbülan Panayırına gitme. Hepsi birlikte. Dayanışma içinde... Dayanışma olmadan dağlarla baş edemezsiniz. Çünkü acımasız koşulları da vardır dağların... Yağmuru, dolusu... Pusu, dumanı. Haziran ayının ilk yarısıdır yaylaya çıkma zamanı. Ama değişebilir de. Koşullara göre gün kesimi yapılır. Belirlenen günde şafak atımında yola çıkılır. Yayla eşyası kağnı arabalarına yüklenir. Uzun bir konvoy oluşur dik yokuşlarda... Yollar taşlıdır, çetindir. Herkes tedbirlidir. Bir kağnı arıza yapsa konvoy durur. Çözüm bulunur. Kimse yolda bırakılmaz. Sürülerin, nahırların yola çıkması için biraz daha beklenir. Gün ışısın. Hayvanlar rahat görülebilsin diye. Sürülerin her zaman başlarından geçmeyen bu yolculuk biçimi hayvanları da tedirgin eder bir şekilde. Her hayvan kendi alfabesiyle konuşmaya, bağırmaya başlar. Sanki doğal bir orkestradır alaca karanlıkta, yayla yolunda yürüyüp giden... İlk günün hareketliliği, hayvanların bir heyula ortamında gibi şaşkınlık belirtileri göstermeleri mandaların suya çamura dalıp çıkmaları, yılkı atlarının çifteler fırlatıp dağlara meydan okurcasına koşup tekrar yerlerine gelmeleri, ilk bakışta göze çarpan manzaralardır. Bazen öbek, öbek yayılmış, bazen kalın, uzun bir ipe dizilmiş, iri tespih tanelerini andıran koyun sürülerinin, kuşluğa gelişi ve yüzlerce koyunun en çok bir dakika içinde kuzuları ile meleyerek ve koklaşarak buluşması analık duygusunun zirve yaptığı göz önünde kanıtlandığı andır her halde. Her taşın dibini birinin paylaştığı büyük baş hayvanlar. Yaylaların insanların koyunların, kuzuların, ineklerin, atların, köpeklerin ve yemyeşil bir doğanın birlikte oluşturdukları canlı bir tablo hayal gücünüzü zorlamadan gözünüzün önündedir. Ura Taşına kim önce varacak? Yaylaya yaklaşmaya yaklaşık bir kilometre kala içimizde heyecan yaratan bir soru olurdu bu. Aynı zamanda bir yıllık özlemin de sonu. Yaylaların tümünün görüldüğü yerde oturup, bir yıllık özlemi önce gözlerimizle doya, doya gidermek. "Biz geldik" mesajlarımızı arkadaş ıslıkları ile buluşturmak başka bir keyifti bizim için. Kıymetini bilmemiz gereken günler yaşayacaktık. Arkadaşlarımızla pancarcı ile göllerimizle... Monoton geçen köy hayatımıza farklılık getirecekti yayla hayatımız. Biz en coşkulu âşıklardık... Yaylalara, oyunlara, arkadaşlığa ve Ağ Göl'e... Akan sular dururdu. Bizim için aşk gibi bir şey başlardı yayla deyince, Ağ Göl deyince; Çocukluğunu eksik yaşamış sayardı yaylaya gelmeyenler, Ağ Göl'de yüzmeyenler... Ağ Göl ortalama bir limandan biraz daha küçükçe bir göldür. Üç simgesi var. Küçük Ada, Kara Taş, Büyük Ada. Bu simgeler hem gölümüzü güzelleştirir, hem de birer mihenk taşıdırlar, yüzme etkinliğinde. Küçük Ada yarı kopuktur karadan. Yüksekte kalmış taşların üzerinde yatay bir merdivende yürür gibi geçilir adaya. Ayakkabı ve elbiseler çıkarılmadan. Yüzmeyi öğrenmek isteyenler için bir eğitim alanıdır küçük adayla kara arası. Yarı yüzerek, yarı yürüyerek bir bilenin yardımıyla eğitime başlanır. Yavaş, yavaş geliştirilir. Öğrendikten, öz güven kazanıldıktan sonra da ilk denek taşı olan Kara Taşa çıkmak için denemeler yapılır. Eğer yüzücü Kara Taşa çıkmış oturmuşsa yüzücü tayfası arasında günün adamı olmuştur. İkinci denek taşı Büyük Adadır. Öncekinin üç katı uzunluğunda... Son aşamada bir uçtan öteki uca en uzun yerinden gölü ortadan biçmeye hazırlanır yüzücü. Bu denemeyi yapabilmek için de artık yüzmenin bütün inceliklerini öğrenmiş olmalıdır. Yeterli öz güveni kazanmalıdır. Panik olmamalı. Sırt üstü yatıp yüzme ve dinlenmeyi öğrenmeli. Çünkü tatlı sularda yüzmek denizde yüzmeye hiç benzemez. Çok zordur. Suyun kaldırma gücü çok azdır deniz suyuna göre... Krater göllerinin suları çok da soğuktur aynı zamanda. Soğuklukta yüzmeyi zorlaştıran etkenlerdendir, bildiğiniz gibi. Ağ Gölün en neşeli günleri Pancarcı zamanlarıdır. Pancarcıya gelenler bir günlerini Ağ Göl'e ayırtırlar. Yayla evlerine uzaklığı bir kilometreden azdır. Şenliğin ikinci gününde kuşluk vakti davul zurna çalmaya başlayınca anlarız ki göle gidilecek. Hazırlanır, çıkarız evden. Katılırız kafileye. Yol havası çalar. Güle oynaya göl kenarına gidilir. Yaşlılar şenlik alanını görecekleri küçük bir tepede oturup oradan seyrederler. Halaylar çekilir. Oyunlar oynanır. Oturak havaları çalar, türküler söylenir. Yüzme bilenler yüzerler. Güneş iyice ortalığı ısıtınca bu sefer çobanlar sırayla sürülerini küçük adaya almaya başlarlar. Yüzme sırası koyunlardadır artık. Hem seyirlik olacak, hem de koyunlar temizlenmiş olacak. Ne var ki koyunların suya atlaması öyle pek de gönüllü olmaz. Çobanın ve öncü koyunun atlaması bütün sürünün yarışır biçimde atlaması için yeterlidir. Buna, bildiğimiz gibi sürü psikolojisi denilmektedir. Ama ben çobanlık yapmış bir insan olarak bu davranışın sürü psikolojisi mi yoksa biri birlerine ve sahiplerine bağlılık, "dostluk" duygusu mudur? Bu konuda tereddütler yaşamışlığım olmuştur. Sütün, yoğurdun, kaymağın, tereyağının, peynirin en hasını, havanın en temizini, suların en temiz ve en soğuğunu, güneşin en güzelini, uykunun en tatlısını bize bağışlayan yaylalar artık yok Onlarda küsüp gitmişler sanki. Ya da köklerinden sökülmüşler bizim gibi. Yerlerini bile bulmak zor. Kimin yaylası neredeydi diye. Sahiplerine küskünler mi? Hiç değilse arada bir ziyaret edilmek mi istiyorlar? Bilmiyorum. Ağaç oluklardan bakır güğümleri ile su almaya gelen yayla kızları kim bilir kaç yaşındalar ve nerelerdeler şimdi? Anıları anlamlarını yitirdi mi? Ya gecelerin sessizliğini bozan ikinci dilimiz? Kendi aramızda kullandığımız yaylaları şenle ten, dağı taşı inleten ıslıklarımız? Yaylaları dilsiz ve sessiz bıraktık. Çiçeklere çiçek diyen, yamaçlara ıslık çalanlar yok artık. Oradaki yaşam yalnızlığın kavgasıdır şimdi. Ağ Göl şimdi hüzünlü. Göğsünde kulaç atan gençleri, kıyılarında çipil, çipil yüzen çocukları, karşılıksız mutluluklar dağıttığı insanları, yüreğinin içine atlayan koyun sürülerini bekliyor. Bülbülan Yaylasını gördüm rüyamda. Bu gün yüreğime çocukluğum ve Ağ Göl bulaştı. Necat BAYRAKTAR Not: İki bin sekiz yılında; Artvin Valiliğinin düzenlediği "Artvin'de bir yeri tanıtın" adlı yarışma da "Ağ Göl' ü tanıtmıştım ve bu yazı 2008 yılı yarışmasında dereceye girdi. Yazı Artvin Valiliği Yayınlarında yayımlanacak. |
Yorumlar |
12/02/2011 21:51 ""Yaylaları dilsiz ve sessiz bıraktık. Çiçeklere çiçek diyen, yamaçlara ıslık çalanlar yok artık. Oradaki yaşam yalnızlığın kavgasıdır şimdi. Ağ Göl şimdi hüzünlü. Göğsünde kulaç atan gençleri, kıyılarında çipil, çipil yüzen çocukları, karşılıksız mutluluklar dağıttığı insanları, yüreğinin içine atlayan koyun sürülerini bekliyor. Bülbülan Yaylasını gördüm rüyamda. Bu gün yüreğime çocukluğum ve Ağ Göl bulaştı.""
YAZINI OKUYUNCA BENİMDE İÇİM YANDI. HOCAM İYİKİ VARSINIZ.
Osman Ketenci
Kutlu-Der
Genel Sekreteri Osman Ketenci |
Yazarın diğer yazıları |
KÜTÜK DEFTERİMİZ - 02/02/2011 |
Dünya nüfusunun büyük bir çoğunluğu, daha konforlu bir hayatı hayal ederek göç ediyor. Çünkü dünyada ve ülkemizde “yerinde yaşamı” devam ettirmek zorlaşıyor. |